Sivil itaatsizlik eylemlerine destek olmak, katılmak, eylemin meşruluğunu ve taleplerin haklılığını anlatmak, direnişi yaygınlaştırmak. Bu sadece enternasyonalist bir görev değil, bir demokratlık vazifesidir.
Kürt demokratik muhalefeti, Türk devletinin inkâr, imha ve zorla asimilasyona dayanan politikalarına ve fiilen bu yaklaşımı sürdürmekten öteye gidemeyen AKP’ye karşı yeni bir eylem dalgası başlattı: Sivil itaatsizlik.
Kürt Özgürlük Hareketi’nin inisiyatifi ile başlayan sivil itaatsizlik eylemleri Kürt halkı tarafından coşkuyla benimseniyor. Kürdistan’dan metropollere Kürtlerin yaşadığı her yerde kitlesel eylemler düzenleniyor. Kürt kurumları ve aydınlarının yanı sıra enternasyonalist Türkler de bu eylemlerde yerini alıyor.
Kürtlerin acil sorunlarını demokratik kamuoyunun dikkatine sunmayı hedefleyen sivil itaatsizlik eylemlerinde dört ana talep yükseltiliyor: Seçim barajının düşürülmesi, anadilde eğitim hakkı, siyasî tutukluların serbest bırakılması, askerî ve siyasî operasyonların durdurulması.
İnkârcı Partiler Panikte
Sivil itaatsizlik eylemlerinin başlaması hükümetinden muhalefetine tüm inkârcı düzen partilerini paniğe sevk etti. Başbakan Erdoğan, “Bunların neresi sivil?” gibi tuhaf bir ifadeyle eylemleri küçümserken, CHP lideri Kılıçdaroğlu, “sivil itaatsizlik tablosu Türkiye’nin gerçekleriyle örtüşmüyor” sözleriyle benzer bir tepki gösterdi. Sivil itaatsizlik eylemlerinin, isyana doğru yönelişin adımları olduğunu iddia eden faşist Bahçeli ise faturayı Kürt açılımına çıkararak her zamanki gibi kin kustu.
İnkârcı düzen partilerinin milyonları harekete geçiren sivil itaatsizlik eylemlerini görmezden gelmesi, küçümsemesi ve kin kusmasına şaşırmıyoruz. Ancak Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri olan Kürt sorununun adil ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması gerektiğine inananların, sivil itaatsizlik eylemlerinin neden gündeme geldiğini düşünmesi, dile getirilen talepler üzerinde kafa yorması gerekiyor. ‘İtaatsiz Kürtler’in taleplerine kısaca değinerek başlayalım.
Baraj: Bilinçli adaletsizlik
Sivil itaatsizlik eylemlerinin en somut taleplerinden biri “adaletsiz seçim barajının indirilmesi”. Barajın yüzde 10 gibi hiçbir demokratik ülkede emsali bulunmayan bir yükseklikte tutulması bilinçli bir tercih ve tek bir amaca hizmet ediyor: Kürt halkının iradesinin Meclis’te temsil edilmesinin önünü kesmek.
Kürt özgürlük hareketi baraja takılmamak için seçime ‘bağımsız’ adaylarla girmek zorunda kaldı. Baraj olmasa, Kürt illerinde açık ara birinci parti olan BDP en az 60-70 milletvekili çıkarabilecek, Meclis’te belirleyici bir ağırlık kazanacaktı. Elliye yakın milletvekilliği gasp edilen BDP, hatırlanacağı üzere Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un vekilliklerinin düşürülmesiyle grup kuramama tehlikesiyle bile yüzyüze kaldı.
Seçim barajı Kürtlerin temsiliyetinin önünü kesmek için yüksek tutulmuş olsa da, barajın indirilmesi demokrasinin bir ayıptan kurtulmasını sağlayacağı için tüm Türkiye için önem taşıyor.
Anadil temel insan hakkıdır
Sivil itaatsizlik eyleminin bir diğer önemli talebi olan “anadilde eğitim hakkının tanınması” aynı şekilde sadece Kürt halkını ilgilendiren bir talep değil. Çünkü Türkiye bir halklar mozaiği ve anadili yasaklanan tek halk Kürt halkı değil.
‘Anadilde eğitim’ en temel insan haklarından biri. Yurttaşlarının anadiline saygı göstermeyen bir rejimi ‘demokrasi’ olarak nitelemek güç. Dolayısıyla anadil hakkının tanınması sadece tektipçi statükonun aşılması açısından değil, yine demokrasinin yerleşmesi açısından önemli ve bu nedenle yine bütün Türkiye’yi ilgilendiriyor.
Siyasetçilere Özgürlük
Bir ülkede demokrasinin varlığı ve niteliği birkaç temel noktaya bakarak anlaşılabilir: Temel insan haklarına saygı, özgür ve adil seçim sonucu oluşan parlamento, düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin tanınması.
Yurttaşlarının etnik ve dinsel kimliğini, dilini tanımakta ayak sürüyen, adaletsiz seçim barajları uygulayan ‘Türk demokrasisi’ iki temel noktada sınıfta kalıyor. Yetmiyor, aydınlarına, siyasetçilerine düşünce ve ifade, demokratik kitle örgütlerine ve siyasî partilerine örgütlenme özgürlüğünü çok görerek demokrasiyi tarif eden tüm temel noktalarda sorunlu olduğunu ortaya koyuyor.
Özgürlüklere yönelik tahammülsüzlüğün ve saldırıların en çok yoğunlaştığı kesim Kürt halkı ve Kürt örgütlenmeleri. KCK Davası’yla seçilmiş Kürt siyasetçiler ve aydınlar cezaevlerine dolduruldu ve Kürt halkının öz-örgütlenmesine darbe indirilmeye çalışıldı.
Sonuç olarak, özgürlüklerin kazanılması ve güvence altına alınması sadece Kürt halkını değil, tüm demokratik kamuoyunu ve Türkiye’yi ilgilendiriyor.
Askerî ve Siyasî Operasyonlara Son
Sivil itaatsizlik eylemlerinin son temel talebi “askerî ve siyasî operasyonlara son verilmesi”. Bu talep sadece militarizme değil, siyasî alana, özellikle de hükümet partisine yöneliyor.
Tektipçi militarist vesayet rejimi cumhuriyet tarihi boyunca Kürt sorununun varlığını inkâr etti ve sorunu askerî şiddetle çözebileceğini sandı. Bu yaklaşım hâlâ egemenliğini sürdürüyor.
AKP iktidarıyla birlikte Kürt halkına ve hareketine yönelik yeni bir operasyon türü gündeme geldi. AKP, bir yandan geleneksel inkâr, imha ve zorla asimilasyon siyasetinden farklı politikaları olduğunu öne sürüyor, açılımdan söz ediyor. Örneğin, Kürtçe televizyon açıyor, ama diğer yandan Kürt halkının 30 yıllık mücadeleyle ve binlerce şehit vererek oluşturduğu siyasî iradeyi ve örgütlülüğü görmezden gelmeyi tercih ediyor, muhatap almaktan kaçınıyor ve hatta devlet imkânlarını kullanarak altını oymaya çalışıyor.
‘Demokratik açılım’ sözleri geleneksel ‘tek millet’ retoriği ile yan yana dile getirildiği için Kürt halkı ve hareketi tarafından samimiyetsiz bulunuyor. Daha da önemlisi, AKP’nin Kürt hareketini muhatap almaktan kaçınarak devlet olanaklarıyla altını oymaya çalışması Kürtler tarafından haklı olarak askerî operasyonlar kadar tehlikeli bir ‘siyasî operasyon’ olarak değerlendiriliyor.
Dolayısıyla, sivil itaatsizlik eylemleri militarist statükonun geleneksel politikalarına olduğu kadar, AKP’nin ikiyüzlü yaklaşımına itiraz eylemleri olarak da dikkat çekiyor.
Sivil İtaatsizlik Haktır
“Bir kimsenin ülkesinin yasasından ‘daha yüce bir yasa’ vardır. Bu, vicdanın yasasıdır. Bazen bu ‘yüce yasa’ ile ülkenin yasası birbiri ile çatışır duruma geldiğinde kişinin ödevi ‘yüce yasa’ya uymak, ülkenin yasasına bile karşı gelmektir”. Bu sözler sivil itaatsizlik kavramını literatüre kazandıran David Thoreau’ya ait.
Sivil itaatsizlik dendiğinde İngiliz emperyalizmini dize getiren Gandi ve beyaz Amerikan ırkçılığına karşı mücadele eden Martin Luther King gibi isimler akla gelir. İkisinde de baskıcı ve dışlayıcı kanunlara karşı evrensel hukukun ve demokrasinin direnişini görürüz.
Sivil itaatsizlik eylemleri Türkiye’de de, üstelik işçi sınıfı tarafından gündeme getirilmiştir. 12 Eylül darbesinin ardından baskıcı yasalar mücadele olanaklarını kısıtladığında, işçiler toplu viziteye çıkma, sakal bırakma, bıyığının yarısını kesme, topluca boşanma gibi yaratıcı direniş örnekleri sergilemiş, bu eylemler ‘bahar eylemleri’ olarak bilinen büyük işçi direnişine öncülük etmişti.
Kısacası, yasal çerçevenin hukuk ve demokrasinin evrensel değerleriyle çeliştiği noktada itaat etmemek meşrudur. İnsanların ve kitlelerin kendini ifade imkânlarının kısıtlı olduğu koşullarda pasif direniş etkili bir araç olabilir.
Demokratlar Göreve
Sivil itaatsizlik eyleminde yükseltilen taleplerin sadece Kürtleri değil, demokrasiyi ve Türkiye’nin geleceğini ilgilendirdiğinden söz ettik. Demokratik bir ülkede yaşamak isteyen yurttaşların sivil itaatsizlik eylemlerinden çıkarması gereken vazife de kendiliğinden netleşiyor: Sivil itaatsizlik eylemlerine destek olmak, katılmak, eylemin meşruluğunu ve taleplerin haklılığını anlatmak, direnişi yaygınlaştırmak. Bu sadece enternasyonalist bir görev değil, bir demokratlık vazifesidir.