Cengiz Alğan
2008’de patlak veren ve etkileri hâlâ süren ekonomik kriz, sık sık 1929’daki Büyük Bunalım ile karşılaştırılıyor. ‘Kapitalizmin başkenti’ ABD’de taşınmaz mal piyasasının, özellikle de (2000’ler boyunca devasa artışlar yaşamış olan) konut piyasasının ani değer kaybıyla gelen iflaslar çok hızla genişledi. ABD Kongresi banka iflaslarını durdurmak için Türkiye bütçesi büyüklüğünde bir parayı devreye sokmak zorunda kaldı. Altın ve petrolün yanı sıra gıda fiyatları da tarihinin en büyük fiyat artışlarını gördü. ABD doları hemen bütün para birimleri karşısında değer kaybetti.
Konut kredilerinin en riskli 1,4 trilyon dolarlık bölümünün yaklaşık yüzde 40’ı da başta İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, Belçika, İsviçre olmak üzere Avrupa ülkelerindeki bankaların portföyünde bulunuyordu. Bu nedenle kriz, ABD ile sınırlı kalmadı, hemen Avrupa’ya sıçradı. İngiltere’deki taşınmaz mal piyasası ABD’dekiyle aynı kaderi paylaşırken, İzlanda ve Yunanistan çöküşün eşiğine geldi.
Bu iki ülkeye krizden çıkmaları için topraklarını satmaları bile önerildi. Yunanistan’da halen büyük grev ve gösteriler sürüyor. Fransa büyük göçmen ayaklanmalarına sahne oldu. Arnavutluk gibi Balkan ülkelerinde huzursuzluk giderek artıyor.
Krizle güçlenen milliyetçilik
Aşırı ideolojiler daima büyük kriz anlarında güç kazanır. Krizin gerçek sorumlularına göz dikilmesini engellemek üzere her ülkede işe yarayan milliyetçilik de yine büyük kriz anlarında şahlanır. Söz konusu Avrupa olunca da yükselen milliyetçiliğin ‘doğal’ düşmanı, berbat yaşam koşullarından kaçıp Avrupa’ya kapağı atmış ve ucuz işgücü kaynağını oluşturan göçmenler oluyor. 11 Eylül’den bu yana da özellikle Müslüman göçmenler. İslamofobi Avrupa’da ırkçılığın yeni temelini oluşturuyor.
İsveç’te İslamofobik parti, ülke tarihinde ilk defa Meclis’e 20 vekil gönderdi. Fransa 5 milyonluk nüfus içinde sadece 2 bin kadının kullandığı burka için yasak çıkarırken aynı şeyi Belçika 30 müslüman kadın için yaptı. İsviçre, ülkede minareli sadece dört cami olmasına rağmen referandumla minareleri yasakladı. Merkel “çokkültürlülüğün büyük bir başarısızlık” olduğunu ilan etti.
Almanya Merkez Bankası eski yönetim kurulu üyesi Thilo Sarrazin, yazdığı kitapta (Almanya Kendini Yok Ediyor) Müslümanların ortalama Alman zekâsını düşürdüğünü savundu. Sarrazin’in kitabı birkaç hafta en çok satanlar (1 milyon) listesinin zirvesinde kaldı. Daha da vahimi, Almanların yüzde 50’ye yakını Sarrazin’in görüşlerini “ikna edici” buluyor, yüzde 18’i Sarrazin parti kursa oy vereceğini söylüyor. “Kur’an yasaklanmalı” diyen (İslam karşıtı Fitne kitabıyla tanıdığımız) Geert Wilders, Hollanda’da hükümete dışarıdan destek veriyor.
Bu arada, Avrupa çapında aşırı sağa oy kaybetmek istemeyen sağ partiler, ırkçı partilerin söylemlerini kullanmaya başladı. Irkçılık meşruiyet zeminini genişletiyor. İsveç’te göçmen avına çıkan keskin bir nişancı yüzünden polis “tek başınıza sokağa çıkmayın” ikazı yaptı. Newsweek, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’yi “aşırı sağın yeni lideri” olarak kapağına taşıdı. Avusturya’da “ırkçı partiler zirvesi” toplandı.
İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Danimarka, Macaristan, Letonya, Norveç, Slovakya, İsveç, İsviçre ve Hollanda’da oldukça faal ırkçı partiler var ve çoğu ülkesinin parlamentolarına temsilci yolladı. Danimarka ve Hollanda’da hükümetlere dışarıdan destek veriyor. Çoğu zaman göçmen ve Müslüman karşıtı kararların çıkarılmasında etkin roller oynuyorlar.
Almanya
Son 20 yılda ırkçıların 137 kişiyi öldürdüğü Almanya’da, Federal Anayasa’yı Koruma Teşkilatı tarafından ‘parlamenter düzeni tehdit eden sakıncalı siyasî hareketler’ olarak takip edilen ırkçı partilerin başında Milliyetçi Alman Partisi (NPD) geliyor. Genel başkanlığını eski subay Udo Voigt’un yaptığı NPD dışında bir de Alman Halk Birliği (DVU) partisi var. Bu iki parti 2009 yılından beri ‘Alman İttifakı’ adı altında işbirliği yapıyor.
Aşırı sağ partiler federal düzeyde yüzde 5’lik barajı aşamadıklarından mecliste temsil edilmiyor. Doğu eyaletlerinde güçlü olan NPD, iki eyalet meclisinde temsil ediliyor. Almanya’nın genelinde 50’den fazla yerel mecliste temsil edilen NPD’nin yasaklanması ile ilgili federal meclis girişimi partinin içinde çok sayıda Alman istihbarat elemanının olduğu gerekçesiyle Federal Anayasa Mahkemesi tarafından reddedildi. Sarrazin gibi sosyal demokrat olan SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel, verdiği bir mülakatta “şeriat düzeni ile yönetilmek isteyenlerin Almanya’yı terk etmelerinin gerekli olduğu”nu söylüyor.
Hollanda
2004’te Liberal Parti’den ayrılıp Özgürlük Partisi’ni kuran Wilders, 2006’da girdiği ilk seçimlerde 150 sandalyeli Hollanda Meclisi’nde 9 koltuk kazandı. Wilders, hem kendi ülkesindeki hem de Avrupa’daki sağ ve ırkçı partileri derinden etkiliyor. 11 Eylül saldırılarının 9. yıldönümünde New York’a davet edilen Wilders, “New York’un ‘yeni Mekke’ olmasına müsaade etmeyin” çağrısı yapmıştı. Haziran’da yapılan seçimlerde Wilders, 24 milletvekilini Meclis’e sokarak bütün dünyayı şaşırttı. Hollanda’da Ekim’de göreve başlayan Liberal-Hıristiyan Demokrat koalisyona dışarıdan destek vererek kilit bir konuma geldi. Wilders, Kur’an’ı Hitler’in Kavgam kitabına benzeterek yasaklanmasını istiyor.
Belçika
Irkçı partilerin özellikle Flaman bölgesinde kuvvetli olduğu Belçika burka yasağını gündeme aldı. Yarım milyon Müslüman’ın yaşadığı ülkede burka kullanan sadece 30 kadın için yasa çıkarmak isteyen Belçika Meclisi’nde, ilk oylamada 134 evet oyuna karşı tek bir hayır oyu çıkmadı. Belçika öte yandan kendi içinde coğrafî olarak da bölünmenin eşiğinde.
Flaman tarafında aşırı sağ ve milliyetçiler üç partinin çatısı altında toplanıyor. Bunlardan Vlaams Belang (VB) İslam ve yabancı karşıtlığıyla ünlü. Liderliğini Bruno Valkeniers’in yaptığı VB düzenli olarak İtalya, Fransa, Almanya, Avusturya ve Hollanda gibi ülkelerde faal olan ırkçı partilerle bir araya gelerek İslam karşıtı politikalar belirliyor. Toplumda mevcut yabancı karşıtlığının meclisteki temsiline önce VB çizgisindeki De Decker’in Listesi (LDD) isimli parti ortak oldu. Flaman Liberaller’den (VLD) kopan Yeni Flaman İttifakı (N-VA) da kısa zamanda büyüdü ve 2010 seçimlerinde ülkenin en büyük partisi olmayı başardı. N-VA, Belçika’nın Flaman ve Valon bölgesi olarak ayrılmasını savunuyor. VB ve LDD kadar radikal söylemleri olmayan N-VA göçmen politikası temel alındığında aşırı sağ olarak değerlendirilebilir. Ancak N-VA’yı diğer partilerden ayıran özelliği, keskin söylemlerden kaçınması ve göçmenlere kendi çatısı altında seçilebilecek sıradan yer vermesi. Ülke siyasetinin diğer ayağı olan Fransızca konuşulan bölgelerde, VB’nin karşılığı durumunda olan Milli Cephe (FN) var.
Avusturya
Aşırı sağcı Avusturya Özgürlükçüler Partisi (FPÖ), 1999 seçimlerinde yüzde 26,9 oy alarak iktidar ortağı oldu. 2005’te bölünen partiden ayrılan Jörg Haider, Avusturya’nın Geleceği İçin İttifak (BZÖ) partisini kurdu. 2008 seçimlerinde Strache’nin lideri olduğu FPÖ yüzde 17,5 oy alırken, Haider yüzde 10,7 alarak sürpriz yaptı. 183 sandalyeli mecliste bu iki parti 55 sandalye elde etti.
İslam’ın resmî din olarak tanındığı ilk Avrupa ülkesi olan Avusturya’da yabancılardan ve işsizlikten şikâyet edenler FPÖ’ye yöneliyor. Parti yüzde 25 oranında destek topluyor. FPÖ, daha önceki seçimlerde, “Müezzin yerine kilise çanı”, “Viyana İstanbul olmayacak”, “Batı ülkesi Hıristiyanların elindedir” gibi söylemleri kullandı. Seçim kampanyası için müezzin vurma oyununun internette kullanıma açılması da savcılıkça takibe alınmıştı.
Danimarka
Danimarka Halk Partisi’nin (DF) kökleri 1970’te kurulan İlerleme Partisi’ne kadar uzanıyor. “İslam bir din değil, dünyayı mahvetmek isteyen bir harekettir” diyen Glistrup’un çırağı olan Pia Kjaersgaard, 1995’te hocasıyla yollarını ayırıp DF’yi kurdu. ‘Danimarka Danimarkalılarındır’ sloganıyla varlık nedenini Müslüman karşıtlığı üzerine kuran DF, her seçimde oyunu artırmayı başardı. Kjaersgaard, Kasım 2001’de yapılan genel seçimlerde yüzde 12 oy alarak meclise 22 milletvekili sokmayı başardı. Böylece, meclis aritmetiğinde anahtar parti konumuna geldi.
Liberal-Muhafazakâr koalisyon hükümetini dışarıdan destekleyen DF, 1 Temmuz 2002’de yürürlüğe giren Avrupa’nın en sert yabancılar kanununun gizli mimarı oldu. Kjaersgaard, ülkede yaşayan Müslümanların asimile edilmesini savunuyor. Bu kanunu yeterli bulmayan DF, tam 16 kez daha sert maddeler ilave ettirdi. Kasım 2007’de yapılan seçimlerde oyların yüzde 13,8’ini aldı, 175 kişilik parlamentoya 25 vekil sokarak 3. büyük parti oldu. Başörtüsünün kamusal alan ve eğitim kurumlarında yasaklanmasını isteyen DF, ülkede cami inşaatına da karşı çıkıyor. Irkçı parti özellikle Müslümanlardan suç işleyenlerin ailesiyle beraber sınırdışı edilmesi için hükümete baskı yapıyor.
Danimarka vatandaşı olmayan yabancıların seçme ve seçilme haklarının geri alınması DF’nin önemli gündem maddeleri arasında. Pia Kjaersgaard iktidarda olmamasına rağmen, ülkenin ‘gizli başbakanı’ olarak tanımlanıyor. İslam’ı “Avrupa’nın yeni vebası” ve “terör dini” olarak tanımlıyor.
İsveç
İsveç’te 19 Eylül’de yapılan seçimlerde yabancı karşıtı İsveçli Demokratlar Partisi (SD) meclise girdi. Yüzde 5,7 oranında oy alan Jimmy Akesson başkanlığındaki SD’liler parlamentoya 20 milletvekili soktu. SD’nin bu yükselişi toplumda büyük tepki meydana getirdi ve SD’ye karşı açık tavır alındı. Seçimde başbakanlığa seçilen Merkez Sağ İttifak lideri Fredrik Reinfeldt ve rakibi Kırmızı-Yeşil koalisyon lideri Mona Sahlin seçim öncesi SD ile hiçbir işbirliği arayışına girmeyeceklerini duyurdu. Irkçı partinin söylemi diğer ülkelerdekiyle aynı: “İsveç, İsveçlilerin kalacak”, “Göçmen politikalarını gözden geçireceğiz”, “İsveç’in İslamlaşmasını durduracağız”.
Macaristan
Macaristan’ın faşist partisi Daha İyi Bir Macaristan Hareketi (Jobbik) tam anlamıyla bir Nazi partisi. Roman ve Yahudi karşıtı nefret söylemleriyle Avrupa’nın en büyük faşist partilerinden biri haline geldi. 2008–2009 arasında toplam sekiz Roman öldürülürken, onlarcası da yaralandı. Ürkütücü olan ise, Jobbik’in destekçilerinin ağırlıklı olarak 20–35 yaş arası gençler olması.
Parti 2007 yılında Macar Gardları adlı paramiliter bir grup oluşturdu. Bizdeki muadili Ülkü Ocakları ve Alperen Ocakları olan bu örgüt genç militanları tek tip üniforma ve nazi benzeri sembollerle giydiriyor. Üç bin kadar paramiliteri olduğu söylenen Macar Gardları hemen her faşist yapılanmanın kullandığı ve bize de pek yabancı olmayan bir slogan kullanıyor: “Macar Ülküsü”. Bu ülkünün en büyük düşmanı ise Romanlar.
Jobbik, diğer faşist partilerden farklı olarak son derece gelişmiş ve modern propaganda yöntemleri kullanıyor. Seçim afişlerinde şık görünümlü erkek ve kadın adaylar “Daha iyi bir Macaristan” sloganının altında gülümsüyor. Sürekli güncellenen internet sitelerinden İngilizce yayın yapıyorlar.
Avrupa Birliği kurumları
Avrupa Birliği’nin (AB) ilk başkanı unvanını taşıyan Herman Van Rompuy, Berlin’de yaptığı konuşmada Avrupa’yı yükselen ırkçılık konusunda uyardı. “Bugün Avrupa’nın en çok korkması gereken korkunun kendisidir” diyen Rompuy, “Korku bencillik, bencillik milliyetçilik, milliyetçilik de savaş getirir” diyordu.
Avrupa’da yükselen ırkçılığı AB’nin kendi kurumları da rapor ediyor. Örneğin, merkezi Viyana’da bulunan AB Temel Haklar Ajansı, 2009 sonunda yayımladığı raporunda Avrupa’da ırkçılığın “şok edici seviyelerde” olduğu, ancak üye ülkelerin ırkçı gruplara karşı ciddi hiçbir yaptırım uygulamadığını bildiriyordu. Görüldüğü gibi tablo pek iç açıcı değil. Dresden’de her yıl on binlerin katıldığı neo-nazi karşıtı Antifa gösterilerinin bütün Avrupa’ya yayılması, tarihsel sonuçlarını Nazilerden bildiğimiz faşizme giden yolun tıkanmasının en iyi yöntemini gösteriyor.