Daha ilk cümlesiyle yoksulluğun anlatılacağını duyuran bir roman Fil: “Bir ev dolusu insandık, ama içimizde çalışıp aldığı haftalığı eve getiren tek kişi kardeşim Euclide’di.” Bir ev dolusu insan, kalabalık bir İtalyan ailesi, yoksulluk, açlık…
Evde sözü geçen, anlatıcının annesidir, ama evin en büyüğü o değildir, büyükbabadır -annenin babası. Kocaman, dev gibi bir adamdır büyükbaba. Anne ondan söz ederken “Fil gibi” demektedir. Zamanında ülkenin en önemli inşaatlarında, kol gücü gerektiren en ağır işlerde çalışmış, o zamanki gücü kuvveti efsane gibi anlatılan biridir büyükbaba. Şimdiyse yaşlandığı için neredeyse hiç kımıldamadan geçirmektedir gününü. Hiç kımıldamasa bile, herkesten daha çok gereksinimi vardır yemeğe. Eve giren para sadece ekmeğe yetmektedir, çoğunu büyükbaba yemektedir eve giren ekmeğin. Yanında katık olarak yakındaki ormandan topladıkları hindibadan başka seçenekleri yoktur.
Büyükbaba o kadar çok ekmek yemese neleri katık edebileceklerinden konuşurlar arada; her seferinde anne kızar öbürlerine, ama onun aklı da arada sırada bu soruya verilebilecek yanıtlara kayar. “Fil”in gücünün kuvvetinin yerinde olduğu günleri anımsayarak kovar anne aklına gelenleri. Bir efsane halini almıştır büyükbabanın gençlik yılları, ama romanın anlatıcısı efsanenin sadece büyükbabasıyla ilgili olmadığının, o zamanların dünyasıyla ilgili olabileceğinin de farkındadır. “Nerede o insanların filler gibi yaşadığı günler!” diye eseflenip “Serin havanın, güneş ışığının, gecenin karanlığının insanı mutlu kıldığı, hayatın olduğu gibi yaşandığı günler” olarak tanımlar o zamanları.
Vittorini’nin romanı anlatıcının gözlemleriyle ilerliyor başlarda. Evde olup bitenler, yaşanan tartışmalar, annenin, özellikle büyükbaba ve onun geçmişiyle ilgili gurur duyarak ve ötekilerin de yaşamadıkları zamanlara ilişkin bir şeylerle gurur duymalarını sağlayarak anlattıkları, fazla ayrıntıya girmeden, vurucu ayrıntılar, jest ve mimiklerle aktarılıyor. Anlatılanlar ailenin günlük hayatına dairdir, ama konu hep açlığa gelir, büyükbabanın yemek ihtiyacına. Ona ilişkin efsaneler de ekmeğin çoğunu onun yemesini aklileştirmek için gündeme geliyordur.
Somut bir yer ve zaman duyurulmayan romanda “fil”in alegorik olup olmadığı sorusu akla geliyor. Ne var ki Vittorini bunu hissettirmekle birlikte, “fil”in neyi/kimi temsil ettiği sorusuna roman boyunca doyurucu bir yanıt vermiyor. Köylülük de olabilir, emek yoğun üretim de, modernizm öncesi yaşantı da… Hepsi de olabilir, hiçbiri de… Roman ilerledikçe Vittorini’nin derdinin alegorik bir anlatı aracılığıyla politik ya da toplumsal bir olguya dikkat çekmekten çok yoksulluğun ne olduğunu, yoksul insanların nasıl yaşadıklarını anlatmak olduğu anlaşılıyor.
Yaşadıkları yoksulluğun nasıl bir şey olduğu sofraya birini davet etmek zorunda kaldıklarında daha bir görünürlük kazanır. Yakınlardaki yolun onarımında çalışan, yüzü gözü katran içerisinde kalmış bir işçi (Katransurat) bir sabah evlerine ziyarete gelir. Her gün evin önünden geçerken devasa adamla, “Fil”le selamlaştıklarını, ona göz kırptığını söyler. Evdekiler çok uzun süredir büyükbabanın yemek yediği zamanlar dışında bilincinin yerinde olup olmadığını, konuşup konuşmadığını, çevresinde olanı biteni görüp görmediğini bilmiyorlardır. Çok şaşırırlar.
Katransurat büyükbabayla her sabah bakıştıklarını, büyükbabaya her geçişinde göz kırptığını iddia eder. (Romanın orijinal adı olan Il Sempione strizza l’occhio al Frejus’un Türkçesi “Sempione Frejus’a göz kırpıyor” anlamına gelmektedir.) Katransurat’ın ziyareti, yoksulluklarını değilse de evin ve evdekilerin havasını, yaşantılarını değiştirir.
Vittorini’nin anlatıcısı soğuk bir dille anlatıyor hikâyeyi. Duygulara pek yer vermeyen, diyaloglarla ve hareketlerin saptanmasıyla yetinilen bu anlatım, yoksulluğu anlatmak için dilin eğilip bükülmesi, süslenip püslenmesi gerekmediğini hatırlatıyor bir kez daha. Üstelik bu soğuk dilin büyüleyici, şiirsel bir yanı var.
Anlatılanların ötesinde, hayata ve dirime dair ne olduğunu tam olarak bilmediğimiz bir alana dikkat çekiyor Fil. Metnin boşlukları, sordurduğu sorular sadece romanda neler olduğu, bundan sonra neler olacağına ilişkin değil – çok daha genel. İnsanın gereksinimlerinin, yaşam koşullarının, açlığın, yoksulluğun, insan emeğinin karşılığının ne olduğu gibi soruların toplumsal bilimlerin ya da siyasetin değil, edebiyatın da konusu olduğunu unutturmayan bir roman Fil.