Kapitalizmin yarattığı ekonomik ve ekolojik yıkımların gölgesinde, yerelden küresele, bir yok oluşa doğru ilerliyoruz. Sayısı iki bine varan HES projeleri, elliye yakın yeni termik santral projesi, nükleer santral projeleri, GDO’lu ürünler, endüstriyel tarım şirketleri, altın madenleri, yok olan türler, eriyen buzulların altında petrol bulmak umuduyla savaşın eşiğine gelen ülkelerin yarattığı ruh hali… Yaşamın devamlılığını hiçe sayarak kısır tohumlar üretebilecek kadar gözü dönmüş şirketlerin iktidarı altındaki dünyada tüm yaşamın tehdit altında olma hali!
Bu bütünlüklü yok etme hali içerisinde iklim değişikliği, yarattığı ve yaratacağı yıkımlarla, son zamanlarda yaşadığımız afetlerle diğer sorunlar arasından sıyrılıp birinci sıraya oturmakta.
Rusya’da 2010’da yaşanan orman yangınları ve 2011’e girdiğimiz ilk günlerde Avustralya’da yaşanan sel, iklim değişikliğine yeni bir boyut katarak, kapitalizmin göbeğindeki en zengin ülkelerin de iklim değişikliğinin etkilerinden muaf olmadığını gösterdi. Gerçi karbon salınımı ve etkilenme oranına bakıldığında iklim adaletsizliği ortama hâkim. Sadece ulusal çıkarlarımızla, koyduğumuz sınırların içerisinde dünyadan bağımsız değil, ortak bir dünyada yaşadığımızı hatırlatacak bir afet daha… Hatırlamak demişken, hafızaları biraz zorlayınca Avustralya’nın geçtiğimiz yıllarda, iklim değişikliğinin etkisiyle adalarının sular altında kalması yüzünden göç etmek isteyen Tuvalulular’a “Biz size mahkûmlarımızı verelim, bir de para verelim, orada tutun” demesi akıllara geliyor.
Karbonmonoksit salınımı
Medya ve devlet tarafından sadece bir çevre hareketi gibi algılanmak istenmesinin ötesinde, iklim değişikliği temel hakların ihlal edildiği bir sorun. İklim, insan eliyle, kapitalizmin bitmek tükenmek bilmeyen büyüme arzusu sonucu değişmiştir. Bu değişim, etkisini artırarak devam ediyor.
Charles David Keeling’in 53 yıl önce, 1958 yılında yaptığı karbondioksit ölçümleri sonucu ortaya çıkardığı ünlü Keeling eğrisine rağmen, NASA’nın iklimbilimcisi James Hansen’ın bir senato komisyonunda, yeryüzü atmosferinde sera gazı etkisi tespit ettiğini, bunun da dünyanın iklimini değiştirdiğini, yani insanların dünyayı ısıttığını söylemesinden 22 yıl sonra bile -cılız da olsa- inkâr politikaları devam etmekte. İnkâr etmeyen devletler ise gereken önlemleri şirketlerin kârları ve kendi çıkarları doğrultusunda erteleyerek tüm canlıların haklarını gasp etmeye devam ediyor. Oysa net olan bir şey var: 2 derecelik küresel ısınmayı aşmamak için zengin ülkelerin karbondioksit salımlarını 2030 yılına kadar yüzde 90 azaltması gerekiyor. Dünya ortalamasının ise yüzde 60.
İklim değişikliğine karşı önlem almayarak suç işleyen devletler, iklim değişikliğinin etkilerini bildikleri için başka insanlık suçlarına da bulaşıyorlar. Ülkeler güçlerini kullanarak su kaynakları üzerinde hegemonya kuruyor. İsrail, yerleşim politikalarıyla, güvenlik gerekçeleriyle Filistin’in su kaynaklarının kontorlünü eline geçirip hem kendini güvence altına alıyor hem de bunu bir silah olarak kullanıyor. Suların yüzde 15’i Filistin, yüzde 85’i İsrail tarafından tüketilmekte. İsrail, Filistin’in su kullanım hakkını da çeşitli kurallara bağlamış durumda. Benzer hegemonik mücadeleleri dünyanın birçok yerinde görüyoruz. Oysa su, yeryüzü ile onun üstünde yaşayan insanlara aittir ve temel bir insan hakkıdır.
Geçtiğimiz yıllarda Darfur’da su sorunu yüzünden başlayan çatışmaların soykırıma varan bir noktaya ulaşması hâlâ hafızalarda. Petrol için yaşanan savaşların, yerini su ve gıda savaşlarına bırakma ihtimali akıllardan çıkmıyor. 2025 yılına geldiğimizde dünya nüfusunun üçte ikisi yeterli taze sudan yoksun kalacak ve üçte biri herhangi bir temiz su kaynağına sahip olmayacak. Silahlanma oranı ise artmış olacak.
İnsanlık suçu bitmek bilmiyor. Isınmanın 1,4 milyon ila 6,7 milyon Meksikalının 2080 yılına kadar ABD’ye göç etmesine neden olacağını belirtiliyor. ABD’nin tutumu ise iklim değişikliğine karşı önlem almak yerine, tellerle kaplı metrelerce yükseklikte ve uzunlukta duvarlar inşa etmek.
Göç Krizi
İklim değişikliği nedeniyle evlerini terk edenlerin sayısının artmasının 2050’ye kadar bir “göç krizine” dönüşeceği uyarısında bulunan Christian Aid, büyük kalkınma projelerine bağlı olarak yıllık mevcut 15 milyon göçe karşı, 645 milyon kişinin göç etmesinin beklendiğini; sel, kuraklık, açlık gibi küresel ısınmaya bağlı nedenlerle 250 milyon insanın, çatışmalar ve insan hakları ihlalleri yüzünden de 50 milyon kişinin göç edeceği tahmininde bulunmuştu. Raporda, “Birçok başka Darfur’u olan bir dünya, en muhtemel kâbus senaryolarından biri” deniliyordu. Ülkelerinden göç etmek zorunda kalan mülteciler, yaşadıkları ülkelerde bir kez daha insanlık suçlarına maruz kalıyor, ayrımcılığa uğruyor.
İklim değişikliğine karşı önlem alınmayarak salt insanlara karşı değil, tüm canlılara karşı suç işleniyor. Okyanuslarda yaşayan bitkisel plankton seviyesi 1950’li yıllara göre yüzde 40 oranında azaldı. Yeryüzündeki yaşamın devamı için kilit bir noktada duran bitkisel planktonların (fitoplankton) sayısı küresel ısınma nedeniyle hızla azalmaya devam ediyor. Kış uykusuna yatamayan kutup ayıları yemek bulamıyor, birçoğu eriyen buzullar yüzünden boğularak ölüyor. Ormanlar, uzayan yangın sezonları ve ısınanan havalar sebebiyle daha fazla risk altında kalıyor.
Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin yayımladığı raporda, “Yükselen deniz seviyelerinin, okyanustaki asitleşmenin ve buzulların erimesinin, hâlen kirlilik ve daralan yaşam alanlarıyla mücadele eden hayvan türlerinin azalmasına ve yok olmaya bir adım daha yaklaşmasına sebep olduğu” belirtiliyor. Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan türler arasında palyaço balığı, deri sırtlı kaplumbağa, somon, arktik tilkisi, beyaz balina, koala ve imparator penguen gibi birçok canlı bulunuyor.
Kapitalizmin yarattığı ekonomik ve ekolojik krizin bedelini milyarlar ödüyor. Bir avuç zengin şirketin kârları milyarları tehdit ediyor. Artık dönüm noktasındayız. Ya topyekûn bir yok oluşa devam edeceğiz ya da önlem alacağız. Sosyal adaletsizliği getiren kapitalist saldırı, iklim adaletsizliğini de insanlığa ve tüm canlılara armağan etti. Sermaye küresel; ancak direniş de küresel. En azından sessiz sedasız ölmemek için küresel direnişi bugün büyütmek zorundayız.