Doğan Tarkan
“Al Sha’b yurid isquat al-nizam”
Halk bu düzeni değiştirmek istiyor
Basının ilgisi dağılmış da olsa, Arap Devrimi sürüyor. Tunus ve Mısır’da devrimin ikinci perdesi başladı. Birçok ülkede ise ikinci dalga yaşanıyor. Mısır ve Tunus’ta diktatörlerin yıkılmasına neden olan birinci dalga hızlı ve etkili oldu. Tunus’ta 28, Mısır’da 18 gün sonra diktatörler devrildi.
İkinci dalganın şiddetli bir biçimde yaşandığı Libya, Yemen, Bahreyn ve Suriye’de ise süreç uzuyor. Bu ülkelerde devrim büyük bir şiddetle karşı karşıya kaldı, ama buna rağmen, Bahreyn dışında, gerilemedi. Diğer Ortadoğu ülkelerinde ise hareket kısa ve fazla etkili olmayan çıkışlar yapıyor. Suriye, Bahreyn, Libya ve Yemen’deki gelişmeler, bu ülkelerde egemen sınıfın uyguladığı aşırı şiddet, yığınların diğer Ortadoğu ülkelerinde bir ölçüde geri durmasına neden oluyor.
Devrimin ikinci perdesi
Mısır ve Tunus’ta diktatörlüklerin yıkılmasının ardından dünyada yoğun bir tartışma yaşandı. Bu ülkelerde devrim oldu mu, olmadı mı?
Dünya çapında liberaller devrimlerin öldüğünü anlatıyordu. Sayısız gerekçeleri vardı. Şimdi de Mısır ve Tunus’ta devrim olmadığını, askerî darbeler yaşandığını anlatarak “devrimler dönemi bitti” tezlerini güçlendirmeye çalışıyorlar. Örneğin, liberal Friedman “devrim yok, ordu darbesi var” diyor ve ekliyor, “10 Şubat’ta Mübarek’in ülkeyi kendi rızası ile terk etmeyeceği anlaşılınca darbe yapıldı.”
Türkiye’de ise bazı liberal yazarlar Ortadoğu devrimlerine ilgi gösteren, Ortadoğu devrimleri ile dayanışanları adeta suçluyor. Ortadoğu devrimlerini tanımanın Türkiye’deki gerçeklerden kaçmak olduğunu anlatıyorlar. Bunları ciddiye almak ve tartışmak mümkün değil.
Solun bir kısmı da Mısır ve Tunus’ta devrim olduğunu kabul etmiyor. Özellikle Türkiye’de. Liberaller gibi bu solcular da Mısır ve Tunus’ta devrim değil ordu darbesi olduğunu düşünüyor ve ordunun ya da eski rejimin artıklarının her ileri hamlesinde “işte bakın, bunlar devrim değil” diyor.
Oysa Mısır ve Tunus’ta milyonlar siyasî mücadele sahnesine zorla girdiler. Değişim için mücadele ettiler, baskılara karşı durdular. İstikrarlı bir mücadele izlediler ve sonunda en temel taleplerinin, diktatörün devrilmesini sağladılar. Üstelik her iki ülkede de diktatörler işçi sınıfı mücadele alanına güçlü bir biçimde girince kaçmak zorunda kaldı.
Bu iki ülkede yaşananlar, politik devrimlerdir. Üretim araçları üzerindeki mülkiyet ilişkileri değişmedi, sosyal devrimler gerçekleşmedi, ama diktatörler gitti.
Fransa’da 1830, 1848 devrimleri, Rusya’da 1917 Şubat Devrimi politik devrimlerdir. Fransa devrimleri sosyal devrime doğru ilerleyemedi, 1917 Şubat Devrimi ise Ekim Devrimi ile sosyal bir devrime dönüştü. Almanya’da 1918 devrimi ise imparatorluğu yıkarak cumhuriyetin ilan edilmesini sağladı, ama inişli çıkışlı bir sürecin sonunda yenildi. Devrim bir süreçtir; ilerleyip gelişmesi de mümkündür, tersi de.
Mısır ve Tunus’ta da büyük yığınlar mücadeleye atıldı ve ilk hedeflerini gerçekleştirdiler. Devrimin birinci perdesi kapandı. Şimdi ikinci perde açıldı ve halk, emekçi yığınlar bir tarafta, bu iki ülkenin egemen sınıfları ve Batı emperyalizmi diğer tarafta, mücadele sürüyor. Sonuç henüz belirlenmedi.
Tunus ve Mısır’da devrimlerin ikinci perdesinde yığınların çok sayıda kazanımı var. Önce her iki devrimde de eski rejime ait unsurların temizlenmesi için mücadele başladı, her iki ülkede de eski rejimin siyasi partileri kapatıldı. (Bu arada, Bin Ali rejiminin siyasî partisi Anayasal Demokratik Hareket, 2. Enternasyonal üyesiydi!) Tunus’ta önce hükümet Bin Ali döneminden kalan bakanlardan temizlendi, sonra aşağıdan gelen baskı sonucu eski rejimde görev alanların seçimlere aday olarak katılması yasaklandı.
Örgütlenme hakkı için mücadele kapsamlı. Tunus halkı sadece siyasî parti kurma hakkı değil, yaşamın her alanında örgütlenme hakkı için mücadele ediyor ve çoğunu kazanıyor. Kadınlar özgürlük alanlarını genişletiyor.
Mısır’da ise devrimden hemen önce başlayan grev hareketi sürüyor. İşçiler bir yandan ekonomik talepler diğer yandan siyasal talepler ileri sürüyor. Birçok grev yerinde “devrim” pankartları asılı.
Grevler her sektörde sürüyor, çelik sanayiinden tekstile, belediye hizmetlerinden sağlık sektörüne kadar yaygın grevler var. İşçiler ücret artışı, emeklilik haklarının düzeltilmesini, çalışma koşullarının geliştirilmesini, iş güvenliği ve sosyal haklar istiyor, ama bunların yanı sıra sendikal örgütlenme hakkı talep ediyorlar ve birçok işyerinde ve işkolunda kendi yeni bağımsız sendikalarını örgütlüyorlar. Devlet güdümlü Mısır Sendikalar Federasyonu’na karşı Mısır Bağımsız Sendikalar Federasyonu şimdiden 14 işkolunda örgütlenmiş durumda.
Bu arada 40 grev komitesinin temsilcileri yaptıkları bir toplantıdan sonra devrimi korumak için mücadele edeceklerini ilan etti. Şubat ayında 500 grev, Mart ayında 200 grev yaşandıktan sonra, Nisan ve Mayıs aylarında grev sayısı yeniden hızla yükselmeye başladı. İşçilerin en temel siyasî talepleri örgütlenme özgürlüğü ve Mübarek rejimi döneminden kalan, gırtlaklarına kadar yolsuzluğa batmış olan yöneticilerin temizlenmesi. Ve Mısır’da işçilerin mücadelesi diğer kesimleri de mücadeleye çekiyor.
Devrimden bu yana kırsal alanda 100 bin toprak işgali yaşandı. Topraksız köylüler kendilerinden zorla alınan toprakları geri alabilmek için örgütleniyor. Son 10 yılda Mısır’da her yıl toprak mücadelelerinde 100 köylü öldü, bin köylü yaralandı ve 3.000 köylü tutuklandı.
Korkunun yer değiştirmesi
Mısır’da yakında seçimler var. Ancak bu seçimlere sınıf esasına göre kurulmuş partiler katılamayacak, çünkü sınıf esasına göre parti kurmak yasak. Yani işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi yasak. Son dönemde verilen mücadele bu yasağın kalkması doğrultusunda. Bu arada 25 Ocak devriminde aktif olan, grev hareketi içinde yer edinmiş olan devrimci sosyalistler kurucuları arasında bin kadar işçi temsilcisinin de olduğu bir işçi partisi kurmaya çalışıyor.
Fransa başbakanı 1968 Mayıs genel grevinden sonra “artık hiçbir şey eski gibi olamaz” dediğinde haklıydı. Artık aynı şey Mısır ve Tunus için de geçerli. Sokağa çıkan, güvenlik güçleri ile çatışan, kendi hareketini örgütleyen milyonların bütün o mücadele deneyini kısa sürede unutarak geri çekilmesini beklemek mümkün değil.
Emperyalistler ve egemen sınıflar devrimlere karşı önce şiddet silahı ile karşı durmaya çalıştı. Tunus’ta yığınlar polis şiddeti karşısında gerilemedi, Mısır’da ise polis yenilgiye uğratıldı, ardından Mübarek’in karşı devrimci çetelerinin saldırısı püskürtüldü. Egemen sınıf hareketleri şiddet kullanarak bastırma taktiğinde başarısız oldu ve derhal tavizler vermeye başladı. İşte bu nokta korkunun yer değiştirmesi oldu. Önce yığınlar polis şiddetinden korkup eylemlere katılmazken, şimdi egemen sınıf korku içinde taviz veriyordu.
Mısır’da Mübarek rejiminin 1 milyonu üniformalı olmak üzere 5 milyona yakın insandan oluşan bir güvenlik örgütleri ağı vardı. Mısır ordusu her yıl ABD’den 2,1 milyar dolar yardım alıyordu. Bütün bunlara rağmen, korkunun yer değiştirmesiyle birlikte rejimin kendisine güveni sarsıldı ve taviz vermeye, geri adım atmaya başladı.
Her taviz sokaktaki hareketi büyüttü ve sonunda Tunus’ta UGTT’nin harekete katılması, Mısır’da ise genel grevin başlaması ve ikinci gününde 300 bin işçinin genel greve çıkması dengeleri bütünüyle değiştirdi. Önce emperyalistlerin diktatörlerden desteklerini çekmelerini ve “sarsıntısız bir geçiş” istemelerine neden oldu; ardından da egemen sınıflar, yani eski rejimin çeşitli düzeylerdeki yöneticileri diktatöre “git” dediler. Bin Ali’nin kaçmasından sonra başbakan olan Essebi “ya iç savaş ya demokrasi” diyordu.
Tunus ve Mısır’da devrim olmadığı anlatanlar işte bu hamleye dayanıyor. Mübarek gitti, ama iktidarının diğer yanı olan ordu iktidara el koydu. “Ne değişti ki!” diyorlar.
Rusya’da 1917 Şubat’ında işçi sınıfının kısa süreli mücadelesinin sonunda Çarlık devrildiğinde yerine kurulan hükümet liberallerden ve reformistlerden oluşmaktaydı. Bolşevikler daha sonraki uzun süreli bir mücadele içinde çoğunluğu kazandılar ve Ekim ayında iktidarı aldılar. Ekim’i izleyen süreçte ise hem Rus egemen sınıfı hem emperyalizm devrime karşı sürekli olarak mücadele etti ama başarısız oldu. Almanya’da ise karşı devrim başarılı oldu, Alman Devrimi yenildi. Tunus ve Mısır’da henüz durum belli değil.
Mısır ve Tunus’ta emekçiler 30-40 yıllık diktatörlüklere karşı mücadele etti ve bu mücadeleyi sürdürüyor. Bu emekçi sınıflar tarihleri boyunca hiçbir dönemde örgütlenme özgürlüğüne sahip olmamıştı. Siyasî örgütleri, sendikaları yoktu. Mücadelenin bir liderliği yoktu. Bütün bunlara rağmen işçi ve emekçiler artan sayılarda mücadeleye katıldı ve kısa sürede öğrenmeye, değişmeye başladı. Kazanılan her mücadele yeni yığınları mücadeleye kattı.
İşçi sınıfının sınıf bilinci eğitimle değil mücadeleyle değişir ve Tunus ve Mısır’da tam da bu yaşandı. Aşağıdan bir hareket talepleri şekillendirdi, mücadeleyi sürdürebilmek, ihtiyaçlarını karşılamak için örgütlendi, kendisini savundu. Devrimden sonra kitle hareketinin öğrenme süreci devam ediyor. Ve devrimin ikinci perdesini işçi ve emekçilerin öğrenme ve örgütlenme süreçlerinin hızı, derinliği ve sağlamlığı belirleyecek.
Devrimin kazanımları küçümsenemez. Mübarek ve ailesi yargı önünde. Onunla birlikte İçişleri Bakanı Habib al-Adly ve başka bazı bakanlar tutuklu. Devrimden önce Mübarek taraftarları al-Adly için “Habib demirden bir yumrukla yönetiyor”, “Habib Adly demokrasiyi koruyor, bir numaralı insan hakları koruyucusu” gibi sloganlar atıyordu.
Bakanların yanı sıra, ülkenin en zenginlerinden biri olan, çelik tekellerinin sahibi ve Ulusal Demokratik Parti’nin önde gelen yöneticilerinden Ahmed Ezz de tutuklu.
Yığınlar mücadele içinde öğreniyor. Mübarek’i devirmenin yetmediğini onun adamları yeni hükümeti kurunca öğrendiler. On binler gizli polisin binalarını önce kuşatıp sonra içeri girip binalara el koyunca işkencecileri, muhbirleri, katilleri, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki çatışmaları kışkırtanları öğrendi. Gizli polisin dağıtılmasını sağladı, ama sonra bunun da yetmediğini gördü. Gerekli olan tüm rejimi, devleti yıkmak. Bunu anladı.
Mübarek’in gitmek üzere olduğu günlerde sokaklarda ordu birlikleri, tanklar vardı. Göstericiler “ordu-halk el ele” sloganları atıyor, bir yandan orduyu tarafsız tutmaya çalışıyor, diğer yandan gerçekten ordunun halktan yana olabileceği inancını gösteriyordu. Ordu birlikleri devrimden sonra özgürlüklerin gelişmesi talebiyle Tahrir’de toplananlara saldırınca halk, ordu ile el ele olmadığını öğrendi.
Devrimler öncesi
Arap devrimleri beklenmedik bir anda başladı ve çok hızlı bir biçimde gelişti. Burada “Neden şimdi?” sorusu önem kazanıyor. Tunus’ta işsiz bir öğrencinin kendisini yakması ilk değildi, ama işte bu kez bu eylem bir dizi devrime, ayaklanmaya yol açtı. Neden şimdi?
Saf kendiliğindenlik yoktur. Mısır’da son 10 yılda yaşanan bir dizi gelişme uluslararası gelişmelerle birlikte 25 Ocak Devrimi’nin temellerini oluşturdu.
Yeni liberalizme karşı 2000’li yıllarda başlayan küresel anti kapitalist hareket ve bu hareketin kazanımları, yeni liberalizmi püskürtebilme başarısı, Afganistan ve Irak savaşlarına karşı küresel çapta karşı çıkış, yığınsal savaş karşıtı hareket, Filistin halkının ikinci İntifada’sı ve Arap halklarının İntifada’ya desteği, Tunus ve Mısır’da kendisine çok daha güvenli bir yığın hareketinin ortaya çıkmasına neden oldu.
Ama Mısır’da devrimin patlamasında en önemli etken son 10 yılın mücadeleleri oldu. Hakimlerin (2006), öğrencilerin (2008) mücadelelerinin yanı sıra, Irak savaşına karşı gösteriler, 2005’te Kifaya (Yeter) adlı koalisyonun demokrasi talepli eylemleri ve 2000 yılında 10 binlerin Tahrir meydanına çıktığı İntifada ile dayanışma eylemleri biriken mücadele deneyleri oldu.
Asıl büyük birikim ve deney ise işçi hareketinin mücadele dalgalarıydı. Son 10 yılda işçiler bir dizi grev eylemi gerçekleştirirken kendi ücret ve çalışma koşullarına ilişkin taleplerin dışında genel talepler de ileri sürdü. En yaygın işçi eylemleri/grevleri (2006 Mahalla grevi) asgari ücretin yükseltilmesi için yapılan eylemlerdi. Geçen yıl, Mahalla kentindeki işçi mücadelesini ve örgütlenmesini desteklemek için 70 bin imza toplandı.
Bu eylemler 8 Şubat’ta genel grevin başlamasında, 9 Şubat’ta ise 300 bin işçinin greve katılmasında büyük bir rol oynadı ve açık ki grevler Mısır egemen sınıfının Mübarek için karar vermesindeki en önemli belirleyici eylem oldu. Aynen Tunus’ta UGTT’nin muhalefet eylemlerinin başına geçmesi gibi.
Ortadoğu’da her ülkenin özgün farklılıkları var, ama hepsinde iki önemli benzerlik mevcut. Birincisi, demokrasinin en sınırlı haliyle bile olmaması. İkincisi, yoksulluk ve yaygın işsizlik, özellikle de gençler arasında yaygın işsizlik ve umutsuzluk.
Diktatörlük ve yoksulluk Ortadoğu’da yeni ortaya çıkan olgular değil, ama Tunus’ta, Mısır’da ve Suriye’de acımasızca uygulanan yeni liberal politikalar yeni. Bu üç ülkede yığın hareketlerinin ortaya çıkmasında, hızla artan gıda fiyatlarıyla birlikte yeni liberal uygulamaların da büyük payı var.
Ancak Arap halkları ekmek değil, daha çok özgürlük istedi. Bu, ilk bakışta şaşırtıcı geliyor. Büyük yığınların yoksulluğun derinliğinde yaşıyor olmalarına rağmen ekmek için değil özgürlük için mücadeleye atılması ve büyük kahramanlıklarla direnmesi bu yığınların demokrasi kazanılmadan, diktatörlüklerden kurtulmadan yeni liberal saldırının durdurulamayacağını ve ekmek mücadelesinin kazanılamayacağını anladığını gösterdi. Ekmek için sendikal örgütlenme ve grev hakkı olmalı ve bunun için demokrasi kazanılmalı.
Türkiyeli bazı sosyalistler için öğretici olmalı: “Ayşe Teyze” sadece ekmek peynir mücadelesiyle değil, demokratik talepler için verilen mücadeleye de ilgileniyor.
İkinci dalga
Libya
Mısır devrimini izleyen günlerde Ortadoğu’nun birçok ülkesinde gösteriler başladı: Fas, Cezayir, Ürdün. Bu ülkelerde gösteriler farklı nedenlerle çok etkileyici olamadan geri çekildi, ama bu çekiliş kazanımlarla oldu. Ücret artışı, sosyal yatırımların arttırılması gibi gelişmelerin yanı sıra, olağanüstü hal bu ülkelerde kaldırıldı. Suudi Arabistan’da, Katar ve Kuveyt’te, BAE’de fazla bir mücadele olmadan tavizler verildi.
Asıl önemli gelişmeler Libya ve Yemen’de yaşandı. Libya’da ülkenin doğusundaki kentlerde demokrasi hareketi hızla ilerlemeye başladı. Başkent Trablusgarp’ta ise ABD, İsrail, Suudi Arabistan ile birlikte Mısır’da Mübarek’i, Tunus’ta Bin Ali’yi son ana kadar destekleyen Kaddafi kendi taraftarlarını harekete geçirerek karşı saldırıya geçti ve kendisine sıkı sıkıya bağlı aşiretlerin üyelerinden oluşan Libya ordusu demokrasi talep eden göstericilere karşı kısa sürede harekete geçti.
Emperyalizme karşı radikal bir çizgiden emperyalistlerle içli dışlı olma noktasına gelen Kaddafi Libya’yı yarım asırdır yönetiyordu ve son zamanlarda Mısır ve Tunus’ta olduğu gibi yeni liberal uygulamalara başlamıştı.
Kaddafi, muhalefeti diğer ülkelerde olduğu gibi şiddet kullanarak ezmeyi tercih etti ve kendisine bağlı güçler batıdan başlayarak doğuya doğru muhalefet güçlerini yenerek ilerlemeye başladı.
Libya’da diğer Ortadoğu ülkelerinden farklı bir süreç işledi. Ayaklanmanın ilk günlerinden itibaren Batı basını iç savaş çıkacağını ilan etti, oysa henüz o günlerde muhalefet sadece şiddet içermeyen, barışçı gösteriler yapıyordu. Aynı günlerde Kaddafi’nin paralı askerleri anlatılmaya başlandı, ama bugüne kadar paralı asker bulunamadı. Sonra aniden gelişmeler iç savaşa doğru evrildi ve arkasından NATO hava müdahalesi başladı. Bugünlerde hava müdahalesinin yetersizliği tartışılıyor, kara müdahalesi öneriliyor. Aralarında Türkiye’nin de olduğu batılı güçler artık Kaddafi’nin muhalefetini resmen tanıyor.
Libya’ya NATO müdahalesinin sonuçları ne olursa olsun, bu sonuç Libya halkı için ve en başta ayaklananlar için yararlı olmayacak. Emperyalistler Libya’ya müdahale ederken sanki devrimden yanaymış gibi görünmelerine rağmen aslında Libya Devrimi’nin yenilgisine yol açtılar. Muhalefetin başına kimi ABD’de yetişmiş liberal politikacıları ve bazı eski Kaddafi generallerini ve bakanlarını geçirdiler, muhalefeti silahlandırdılar ve kesinlikle Kaddafi’nin yıkılmasından yana olduklarını açıkladılar.
Artık Libya bütün Ortadoğu için olumsuz bir örnek olarak ortada durmakta.
Bahreyn
Libya’nın yanı sıra Bahreyn’de de demokrasi isteyen bir hareket ortaya çıktı. Bu kitlesel hareket Mısır örneğini izleyerek İnci Meydanı’na yerleşti, ama çok sert bir tepki ile meydandan sürüldü. Ardından gene meydana yerleşildi ve bu defa Suudi Arabistan Ulusal Muhafızları ile birlikte Bahreyn Ordusu demokrasi isteyen göstericilere hunharca saldırdı, sokaklara tanklar, silahlı askerler yerleşti ve uzun süreli sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Ardından muhalif avı başladı ve sonunda gösterilere katılan hareketin bazı liderleri idam cezasına çarptırıldı.
Bu keskin ve sert müdahale şimdilik Bahreyn’de demokrasi hareketini geriletmiş görülüyor, ancak diğer ülkelerdeki gelişmelere paralel olarak Bahreyn’de de yeni bir mücadele dalgası başlayabilir.
Bahreyn ABD 7. Filosu’nun üssü ve Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerini etkileme olasılığı çok yüksek. Suudi Arabistan müdahalesi bu nedenle bütün dünyada sanki olmamış gibi karşılanmakta.
Yemen
Ayaklanmayı şiddet yoluyla çözme tercihi Yemen’de de uygulandı. Yemen diktatörü Salih göstericilerin üzerine elindeki bütün güvenlik güçlerini salarken, bir yandan da bir dahaki seçimlerde aday olmayacağını söyleyip reformlardan yana olduğu iddia ediyordu. Salih aynı zamanda kendisine bağlı aşiretleri ve iktidardan yararlanan unsurları da karşı devrimci bir güç olarak harekete geçirdi. Yemen’in çeşitli kentlerinde ayaklananlar güvenlik güçlerinin yanı sıra sık sık iktidar yanlısı güçlerle de çatıştı.
Kanlı bir sürecin sonunda iktidar blokundaki iki çatlak Salih’in önce elini zayıflattı, ardından da Suudi Arabistan’a gitmesine neden oldu. Önce ordu bölündü ve ordunun en önemli komutanı komutası altındaki askerlerin çoğunluğu ile birlikte ayaklananlara katıldı. Ardından Yemen’in en güçlü aşireti de ayaklananlara katıldı ve bu aşiretin başkanlık sarayını bombalaması sonucunda Salih “tedavi olmak için” Suudi Arabistan’a gitti.
Şimdi Yemen’de Suudi Arabistan krallığının kontrolünde bir geçiş isteniyor. Salih’in ailesi ve iktidar ortakları hâlâ Yemen’de ve iktidarda, ama artık kendi başlarına iktidarda kalmaları mümkün değil. Suudiler iktidar ile muhalefeti masaya oturtmaya çalışıyor ve bazı adımlar da atıldı. Ne var ki, aylardır büyük fedakârlıklarla direnen, mücadele eden ve bütün bu direnişi şiddet kullanmadan gerçekleştiren Yemen halkının bu uzlaşmaya nasıl tepki vereceği henüz belli değil. Yemen’de gelecek sadece Yemen’deki değil, tüm bölgedeki gelişmelere sıkı sıkıya bağlı.
Suriye
Mücadele saflarına son katılan ülke Suriye oldu. Demokrasi talebi ilk günden itibaren büyük bir şiddetle karşılaştı. Giderek şiddetin boyutları arttı ve sonunda Beşir Esad’ın kardeşinin komutasındaki 4. Tugay ülkenin dört bir yanına giderek muhalifleri ezmeye, kentleri bombalamaya başladı.
Esad rejimi bir yandan zaman kazanmak, bir yandan da halkı bölmek amacıyla reformlar vaat ediyor, güvenlik güçleri hakkında soruşturma açacağını söylüyor, bazı olaylardan dolayı özür diliyor ve bütün bunların ardından polis, gizli polis ve ordu artık katliam boyutlarına varan şiddetini sürdürüyor.
Esad, demokrasi talebini şiddet yoluyla bastırma yolunu seçti, ama uygulanan her şiddet olayının ardından gösteriler güçleniyor. Ne kadar çok şiddet kullanırlarsa kullansın, Esad/Baas rejiminin sonu gelmiş gibi görünüyor.
Suriye’nin geleceği bütün bölge için çok önemli. Suriye, batılı emperyalist güçler açısından benimsenmeyen bir rejime sahip. İran’la dostça ilişkileri var ve hatta zaman zaman İran’ın Suriye’ye ayaklanmayı bastırmak için yardım ettiği ileri sürülüyor. Artık Türkiye de Suriye’deki rejime arkasını döndü.
Bu açıdan bakıldığında Esad/Baas rejiminin yıkılması Batı’nın işine geliyor, fakat bunca baskıdan sonra rejimin yıkılması diğer Arap ülkelerinin halkları için çok önemli bir gelişme olacak ve ayaklanma dalgası bütün bölge çapında yeniden kabarmaya başlayabilir. Mısır ve Tunus’un ardından Suriye yeni bir örnek olur. Suriye’deki bir devrim açık ki Mısır ve Tunus devrimlerinin de ileri atılmasına yol açar. Bu açıdan Batı, rejimin yıkılmasını istemiyor.
Öte yandan Suriye’ye Libya ya da Bahreyn gibi müdahale etmek zor. Emperyalist bir müdahale Suriye’de işlerin tam da emperyalistler aleyhine gelişmesine yol açabilir. Ne var ki, emperyalistlerin rasyonel düşüneceğini varsaymak zor.
Üçüncü dalga
Arap Devrimleri’nin üçüncü bir dalgasının olup olmayacağı birçok unsura bağlı. Suriye’deki gelişmeler en önemli olgu, ama Mısır ve Tunus’ta devrimin ilerleyip ilerlemeyeceği de belirleyici olgular.
Bunların yanı sıra bölge dışı gelişmeler de Arap ülkelerini etkileyecek. Arap Devrimi’nin çok daha geniş bir alanı etkilemesi gibi.
Arap ayaklanması Wisconsin’den İspanya’ya, Hindistan’dan Balkanlara kadar etki yarattı. Tahrir Meydanı direnişi birçok halk için örnek oldu ve daha uzun süre örnek olmaya devam edecek.
Önümüzdeki dönemde Mısır ve Tunus devrimlerinin ileri adım atması mümkün. Suriye’de Esad/Baas rejiminin yıkılması mümkün, Yemen’de diktatörlüğün, Bahreyn’de monarşinin devrilmesi de gene mümkün. Diğer Ortadoğu ülkelerinde yeniden gösterilerin başlaması, gösterilerin Suudi Arabistan’a da sıçraması mümkün. Ve neden Çin’de, İspanya’da da büyük kitlesel hareketler ortaya çıkmasın?
Arap Devrimleri “21. yüzyılda devrim olmaz” düşüncesini çöpe yolladı. İşçi sınıfı devrimci barutunu yitirdi denilirken, Mısır’da ve Tunus’ta işçi sınıfı belirleyici güç olduğunu bir kez daha gösterdi. Arap Devrimleri aynı zamanda kendilerine solcu, sosyalist diyenlerin liberal yüzlerini de ortaya çıkardı. Bütün büyük devrimlerde olduğu gibi.