Tunus’un güneyinde küçük bir kentte üniversite mezunu ama işsiz bir gencin, Muhammed Buazizi’nin işporta arabasına belediye zabıtaları el koydu. Gencin bütün mal varlığı gitmişti; ardından zabıta bir de tokat attı. Bu tokat işporta tezgâhına el konmasından daha ağır gelmişti. O gün, 17 Aralık’ta, Buazizi kendini yaktı ve 2-3 gün sonra aldığı yaralar sonucu öldü.
Tunuslu işsiz genç bilmeden Ortadoğu devrimini ateşlemişti. Aslında Tunus’ta işsizlik nedeni ile kendisini ilk yakan genç Muhammed Buazizi değildi, ama devrimin kıvılcımı o oldu. Muhammed Buazizi’nin ardından Tunus’ta yaygın ve büyük gösteriler başladı. Gösteriler kısa zamanda tüm bölgeye yayıldı. Ertesi gün Mısır’da bir genç kendini yaktı, sonra Cezayir’de, Ürdün’de ve hatta Fransa’da üniversite mezunu ama işsiz gençler kendilerini ateşe verdi.
Ortadoğu’nun bütün ülkelerinde büyük bir genç nüfus ve işsizlik var. Özellikle gençler arasında işsizlik çok yüksek. Tunus’ta 26 gün süren gösterilere polis her seferinde vahşice saldırdı. Birçok insan öldü. Sayısız gösterici yaralandı, yüzlercesi tutuklandı.
Polis, gizli polis ve ordu birlikleri başkent Tunus ve diğer kentlerde yoksul mahallelerde terör estirdi. Evler basıldı, insanlar tutuklandı, işkence gördü. Kadınlara tecavüz edildi. Ayaklanmanın 26. günü devlet güdümlü Genel İşçi Sendikaları Birliği, İçişleri Bakanlığı önünde bir gösteri çağırdı ve polis gene göstericilere, bu defa büyük çoğunluğu sendikalı işçi olan göstericilere saldırdı. Ölenler, yaralananlar oldu, ama o akşam 32 yıllık diktatör Bin Ali televizyona çıkarak tavizler veren bir konuşma yaptı. Ertesi gün çok büyük gösteriler oldu, o gece Bin Ali ve ailesi bavullar dolusu parayla birlikte ülkeden kaçtı, Suudi Arabistan’a sığındı. Tunus’ta diktatörün devrilmesi 28 gün sürmüştü.
Yerine önce başbakan Muhammed Gannuşi geçmek istedi, sonra meclis başkanı geçici cumhurbaşkanı oldu ve eski başbakana hükümeti kurma yetkisi verdi. Gannuşi çoğunluğu Bin Ali döneminden kalma bakanlarla bir hükümet kurdu, ama protestolarla karşılaştı, bazı bakanlar değişti.
O günden beri Tunus’ta gösteriler bitmiyor. Halk sadece Bin Ali’nin değil, onunla birlikte 32 yıldır kendilerine kan kusturan tüm rejimin değişmesini istiyor. Her gösteriden sonra bazı bakanlar değişti ve sonunda Gannuşi istifa etti. Bin Ali’nin kaçmasından 40 gün sonra Tunus devrimi bir büyük kazanım daha elde etti Pandoranın kutusu artık açılmıştı. Şimdi kadınlar daha fazla özgürlük, işçiler sendika hakkı ve ücret artışı ve bütün toplum Bin Ali rejiminin bütünüyle tasfiyesini ve hesap sorulmasını istiyor.
Sık sık gösteriler oluyor, polis ve ordu bu gösterilere saldırıyor. Tunus emekçileri için devrim bitmedi, sürüyor. Bin Ali gitti, şimdi rejimin bütünü gidecek.
Tunus’ta Bin Ali’nin kaçmasından sonra bütün dünya artık bir domino etkisinden bahsetmeye başladı. Sıra kimde diye sorulurken Mısır’da devrimci sosyalistlerin, Nasırcıların, İhvan gençliğinin, internet üzerinden örgütlenen gençlerin ve bireyler halinde işçilerin katıldığı büyük ve etkili bir hareket başladı. Tunus’ta olduğu gibi Mısır’da da güvenlik güçleri gösterileri bastırmak için saldırdı. Ölenler, yaralananlar, tutuklananlar oldu.
Mısır Tunus’tan hem daha büyük bir ülke hem de daha güçlü bir işçi sınıfı var. Kahire’nin yanı sıra birçok kentte gösteriler oldu. İskenderiye’de, İsmailiye’de, Süveyş’te, Port Said’de, Mahalla El Kubra’da ve daha birçok kentte gösteriler oldu, çatışmalar yaşandı.
İlk Cuma gösterisi çok büyüktü. Polis saldırdı, ama her yerde polis saldırısı göstericiler tarafından püskürtüldü. Göstericiler Kahire’de Tahrir (Kurtuluş) Meydanı’nı ele geçirdi. Bir gün sonra Mübarek’in paralı çeteleri, sivil polisler Tahrir Meydanı’na saldırdı. Atlarla, develerle, ellerinde silahlar, kılıçlar ve bıçaklarla.
Gün boyu süren çatışmaların sonunda Mübarek’in karşı devrimci çeteleri püskürtüldü. Tahrir Meydanı direnişin, mücadelenin ve umudun simgesi oldu. Mücadele Tahrir’de örgütlenmeye başladı. Her saat Tahrir Meydanı’na yeni güçler katıldı, bir gelen bir daha orayı terk etmedi. Geçici eczaneler, hastaneler kuruldu. Bir binadan sarkıtılan çarşafların birleştirilmesi ile oluşan dev bir ekrandan El Cezire yayınları verildi. O gün Tahrir Meydanı’na gelen doktorlar ve hemşireler Mübarek gidene kadar orada kaldı. Binlerce kadın aktivist, bazıları örtülü, bazıları açık, meydanda geceli gündüzlü kaldı, tartıştı, çatışmalara katıldı.
Tahrir Meydanı devrimin nasıl bir şey olduğunu dosta düşmana gösterdi. Burjuva gazeteler, diplomatlar kaostan, kargaşalıktan bahsederken, halk Tahrir’de hem mücadele ediyor hem de eğleniyor, tartışıyor, dans ediyor, şiir okuyup tiyatro gösterileri yapıyordu. Tahrir, halkın festival alanıydı.
Korku taraf değiştirdi
Tunus Devrimi ve ardından Tahrir Meydanı’ndaki çatışmalardan sonra korku taraf değiştirdi. Önceden halk devletten, diktatörlerden korkarken, şimdi onlar halktan korkuyordu. Halk korku eşiğini aşmıştı. Mübarek direndikçe halkın mücadele azmi arttı.
Mısır’da halkın direnişi 18 gün sürdü. Ordu Tahrir Meydanı’na, bütün şehirlerde bankaların ve kamu binalarının çevresine yerleşti. Esas olarak göstericilere müdahale etmedi, ama müdahale etmeye her an hazırdı.
Mübarek üç kez televizyona çıktı. Her seferinde gitmeyeceğini söyledi, ama her seferinde tavizler verdi. Gizli polisin başı olan Ömer Süleyman’ı başkan yardımcısı olarak atadı. Bir daha seçimlere katılmayacağını söyledi. Sonunda görevini bıraktı ve kaçtı. Ömer Süleyman, yönetimin Yüksek Askerî Konsey’e geçtiğini açıkladı; yani 1952’den beri, yaklaşık 60 yıldır ülkeyi yöneten generaller bir kere daha yönetime el koydu.
Yüksek Askerî Konsey, Mübarek’in en yakın arkadaşlarından oluşuyor. Başında Mübarek’in sağ kolu Savunma Bakanı Tantawi var. Aynen Tunus’ta olduğu gibi rejim, tepesindeki insanı harcayarak ayakta kalmaya çalışıyor, ama halk yığınları bunu yeterli bulmuyor.
Mübarek’in gitmesinden iki gün önce Mısır işçileri yığınlar halinde greve çıkmaya başladı. Mübarek’in kaçmasından bir gün önce 300 bin işçi grevdeydi. Gösterilerin en başından beri çok sayıda işçi gösterilere katılıyor, önde gelen roller üstleniyordu, ama şimdi durum farklılaşmıştı.
İşçiler ilk günlerde grev yapamadı, çünkü ayaklanmanın başladığı 25 Ocak’ta işverenler fabrikalarını, işyerlerini kapamıştı. İşyerleri ancak Mübarek’in gitmesinden kısa bir süre önce yeniden açıldığında hemen her yerde, her işkolunda grevler başladı. İşçiler siyasi taleplere ekonomik talepler de ekledi ve grevlerle Tahrir’deki siyasî mücadele yan yana gelince egemen sınıf Mübarek için sona gelindiğini anladı. Askerî Konsey duruma el koyunca ilk iş olarak Tahrir’i boşalttı. Direnişin merkezini ortadan kaldırdı, ardından grevleri yasakladı. Ama grevler sürüyor.
Şimdi Mısır işçileri ve Mısır halkı aynen Tunus’ta olduğu gibi Mübarek rejiminin tamamen tasfiyesini ve daha fazla özgürlük istiyor. İşçiler, kadınlar, eşcinseller, herkes daha fazla özgürlük, sendikal ve siyasal örgütlenme özgürlüğü istiyor. Ücret artışı, asgarî ücretin yükseltilmesi, fabrikaların başındaki Mübarek’in adamlarının temizlenmesi yeni talepler. Mübarek’in kaçmasından sonraki ikinci Tahrir kutlamasında hükümet aleyhinde sloganlar atılınca askerler göstericilere saldırdı. Süveyş kentinde bir kadın grevci işçi ordunun açtığı ateş sonucu öldü. Ancak ertesi gün bir general televizyona çıkıp halktan özür diledi. Bir generalin özür dilemesi Mısır’da ve Ortadoğu’da görülmemiş bir şeydi.
Mısır halkı eski rejimin tasfiyesinin bir göstergesi olarak da yeni bir anayasa istiyor. Bu arada küçük bir anayasa değişikliği oylandı. Oylamaya katılım çok düşüktü. Katılanların yüzde 70’i evet dedi. Değişikliği Mübarek’in iktidar partisinin yanı sıra Müslüman Kardeşler destekledi. Devrimci muhalefet karşı çıktı ama yenildi. Halkın büyük çoğunluğu erken seçime olanak tanıması nedeniyle evet dedi. Şimdi Eylül ayında yeni anayasayı da hazırlayacak olan parlamento seçimleri var.
Mısırlılar devrimin devam ettiğini biliyor. “Tahrir’in yolunu biliyoruz” diyorlar. İhvan yeni bir parti kuruyor, devrimci sosyalistler ise artık fikirlerinin daha fazla kabul gördüğünü biliyor ve yeni bir bağımsız işçi partisi kurmak için hazırlanıyor. Bu arada yeni sendikalar ve bir sendika konfederasyonu kuruluyor.
Sarsıntısız bir geçiş
Egemen sınıflar her yerde aynı tutumları alıyor. Önce şiddet kullanarak gösterilerin önü alınmaya çalışılıyor. Sanıyorlar ki güçlü ve korku salan diktatörlüklerinin gücü göstericileri dağıtmaya, ayaklanmaya son vermeye yeterlidir.
Geçmişi hatırlıyorlar. Cezayir’de 150 bin insanın öldürülüşünü, Suriye’de sadece bir kentte, bir iki gün içinde 10 bin kişinin öldürülüşünü, Kuzey Afrika’yı boydan boya kaplayan ekmek ayaklanmalarının bastırılışını hatırlıyorlar ve bu sefer de şiddetin çözüm olduğunu düşünüyorlar.
Ölenler, yaralananlar birikiyor, ama gösteriler durmuyor, büyüyor. Egemen sınıflar halkın korku eşiğini aştığını, sadece şiddetin yeterli olmadığını anlıyor. Tavizler başlıyor, ama halk bunları kabul etmiyor. Hem yetersiz buluyor, hem inanmıyor, hem de çok geç! İlk tavizi ikincisi, üçüncüsü izliyor ve sonunda diktatör kaçmak zorunda kalıyor. Her tavizle birlikte egemen sınıfın kendisine güveni sarsılıyor, halkın ise cesareti artıyor, özgüveni yükseliyor.
Diktatörün kaçmasından önceki günlerde egemen sınıf çözüm yolları aradı. Diktatör gittikten sonra ne yapacaklarını tartıştılar, yol aradılar ve bir çözüm buldukları gün diktatör tepetaklak oldu. Tunus ve Mısır’da günlerce çözüm yolu aradılar ve buldular. Yemen’de, Libya’da, Bahreyn’de, Suriye’de ise bulamıyorlar. Egemen sınıfların hesaplamadığı veya hesaplasa bile kabullenmediği gerçeklik şu ki, halk eski rejimin bütünüyle yıkılmasını istiyor. Halk yeni bir düzen istiyor.
Egemen sınıf gibi emperyalistler de halk hareketleri karşısında çaresiz. Onlar yerli egemen sınıflardan daha hızlı bir biçimde sonun geldiğini görüyor ve baştan verdikleri desteği hemen çekiyorlar, “sarsıntısız bir geçişi”, “halkın dinlenmesini” öneriyorlar. Biliyorlar ki, sarsıntısız bir geçiş olmazsa çok sarsıntılı bir yeni süreç başlayacak. Bunun önünü kesmek istiyorlar.
Emperyalistler Tunus ve Mısır’da sözlerini bu iki ülkenin egemen sınıflarına dinletebildiler, ama Libya’da Kaddafi ve çevresi emperyalist öğütlere kulaklarını tıkamış durumda. Emperyalistler için “sarsıntısız bir geçiş” Libya’da mümkün olmadı ve bunun üzerine müdahale başladı. Şimdi ABD, İngiliz ve Fransız uçakları NATO yönetiminde Kaddafi güçlerini “insani amaçlı” bombalıyor. Ancak emperyalist bombardımana direnişçilerin önemli bir kısmı da karşı.
Aslında Kaddafi’ye atılan bombalar bütün Arap devrimlerine atılıyor. “Sarsıntısız bir geçiş olmazsa” bombalarla sarsılan bir geçiş olur deniyor.
Bombardımanla birlikte Kaddafi muhalifleri başkent Trablus’a doğru yeniden ilerlemeye başladı.
Bingazi’de ilan edilen geçici hükümet Kaddafi sonrası Libyayı yönetmeye hazırlanıyor. Ama işi zor. Kaddafi gitse, taraftarları bastırılsa bile ayaklananların talepleri, yaşadıkları deney ortadan kalkmayacak. Ayaklananlar güçlerinin farkındalar. Geçici hükümet Tunus’ta Gannuşi, Mısır’da Tantawi’nin rolünü oynamaya hazırlanıyor, ama açık ki Tantawi’nin de, Celil’in de sonu Gannuşi gibi olacak.
Bin Ali, Tunus’un bağımsızlık savaşına katılmış ve hapis yatmıştı. Mübarek, İsrail ile savaşmış bir askerdi. Kaddafi ise “iktidarı halka veren” yeşil devrimin önderiydi. Bu üç lider de kendilerine çok güveniyorlardı, ama halk yığınları onları kahramanlar olarak değil, kanlı diktatörler olarak tanımlıyor.
Bütün bölge ayaklandı
Bölgenin bütün sultanları, diktatörleri özgüvenlerini kaybetmiş durumda. Her yerde gösteriler var ve her yerde çok büyük kalabalıklar, giderek çoğalarak, sokağa çıkıyor ve egemen sınıflar çaresiz.
Yemen’de 32 yıllık Salih diktatörlüğüne karşı halk haftalardır sokaklarda, oturuyor, yürüyor, çatışıyor. Onlarca ölü verildi ama hareket geri itilemedi. Salih kendi taraftarlarını çıkardı ama işe yaramadı. Ve sonunda emperyalistler için çok kritik bir ülke olan Yemen’de ordunun bir kısmı da ayaklananların yanına geçti. Diktatörün günleri artık sayılı ama bu “sarsıntısız bir geçiş” için adımlar da atıldı. Ordu generalleri ayaklananların önderliği rolünde öne çıktılar.
Bahreyn’de, ülkenin bütün yönetici pozisyonlarını elinde tutan kraliyet ailesi sonunda Suudi Arabistan, BAE ve Katar ordusunun bu ülkeye girmesi ile duruma hakim olmayı başardı ama Bahreyn’de ayaklananlar bir ölçüde geri çekilmiş olmalarına rağmen yeniden sokağa çıkmaya hazırlanıyorlar. Bahreyn’de mücadele basit taleplerle başlamıştı ama şimdi ayaklananlar krallığın yıkılmasını istiyorlar.
Göstericilere karşı önce şiddet kullanan, sonra taviz veren bir ülke de Cezayir. Bu ülkede İslamcı bir parti seçimleri kazandığında gerçekleşen askeri darbe 150 bin insanın ölümüne neden oldu. Cezayir’de insanların diğer bölge ülkelerinden biraz daha tutuk olmasının nedeni bu. Katılım büyük değil, ama gene de büyük şiddetle karşılaşıyorlar. Israrlı gösterilerin ve emperyalist güçlerin “sorunsuz geçiş” önerilerinin sonunda Cezayir olağanüstü hali kaldırdı, ama polisin yetkilerini artırdı.
Ürdün’de ise Kral, Tunus’ta Bin Ali’nin düştüğü günlerde gerçekleşen ilk gösterilerin hemen ardından hükümeti görevden aldı ve reformlar vaat etti. Hareketi bir süre böyle durdurmayı başardı, ama komşu Irak’ta yer yerinden oynayınca Amman en büyük gösterilerle sarsıldı. Reform, yeni anayasa, iş, ekmek, özgürlük! Ve kral göstericilere saldırdı, ertesi gün gösteriler devam etti.
Ürdün’de şimdi muhalefet sokağa yerleşti. Kendi Tahrirlerini yaratmaya çalışıyorlar. Polisin saldırganlığından korkmuyorlar. Onların bu korkusuz tutumu Kral Abdullah’ı korkutuyor. Umman’da, Kuveyt’te, Katar’da da gösteriler oluyor.
Irak ise Ortadoğu’daki gelişmelere geç eklendi. Büyük bir kıyımdan daha henüz çıkamamış ve hâlâ işgal altında olan Irak, onlarca kentte gösterilere sahne oldu.
Mısır’da olduğu gibi milyonlarca insan sokaklara çıkarak insanca yaşam, hükümetin düşmesi, ücretlerin artması, kamu hizmetlerinin düzelmesi gibi taleplerle gösteriler yaptı. Irak egemen sınıfı diğer egemen sınıflarla aynı tepkiyi göstererek göstericilere saldırdı, 11 kişi öldü. Gösteriler sürüyor. Bağdat’ın Tahrir Meydanı’na girmeye çalışan halka keskin nişancılar ateş açtı, polis saldırdı, ama Tahrir’e giriş engellenemedi.
Irak Kürt Özerk Bölgesi’nde de gösteriler var. Kerkük’te, Süleymaniye’de üniversite ve lise öğrencileri gösteriler yapıyor, polisle çatışıyor. Öğrencilerin mücadelesi işçileri de greve çekti. Şimdi Kürdistan’da ve Irak’ın birçok kentinde yaygın grevler var.
Gösterilerin sürdüğü bir başka ülke Fas. Krala karşı gösteriler Fas’ta da gerçekleşti. İnsanlar öldü, gösteriler sürüyor.
Benzer gelişmeler Suudi Arabistan’da da yaşanıyor. Ortadoğu’nun bu en baskıcı ülkesinde işçiler greve çıkıyor ve kazanıyor. Suudi Arabistan egemen sınıfı grevcilere saldırmaya cesaret edemiyor. Gösterilerin başlamasından ve yayılmasından korkuyor. Kral tavizler veriyor, para dağıtıyor.
Ve İran. Dalga henüz bölgenin bu en önemli ülkesini tam vurmadı, ama ilk gelişmeler bile her şeyin nasıl olabileceğini gösteriyor. İran’da muhalefet Mısır devrimini kutlama çağrısı yaptı, iktidar bu çağrıya sahip çıktı, çatışmalar yaşandı, ölen göstericiler oldu ve parlamentoda iktidar milletvekilleri muhalefetin önderleri Karrubi ve Musavi’nin idam edilmelerini istedi.
Ortadoğu yangınına en son katılan ülke Suriye oldu. On yıllardır Esad ailesinin yönetimi altına olan Suriye’de ilk gösteri çağrısı bir Cuma günü için yapıldı. Ama ülkenin nispeten küçük bir kentinde, güneydeki Deraa’da Mısır ve Tunus’dan etkilenen gençler duvara “halk rejimin değişmesini istiyor” diye yazdı, tutuklandılar ve o gün Deraa’da gösteriler başladı. Zaman zaman bütün kent gösterilere katıldı. Polis ve ordu birlikleri ateş açtı. Çok sayıda insan öldü ama gösteriler devam etti.
Deraa’yı diğer kentler izledi. Şam’da, büyük katliamın yaşandığı Hama’da, Laskiye’de gösteriler, çatışmalar yaşandı. Polis ateş açtı, insanlar öldü.
Devlet Başkanı Beşar Esad reform vaatleri yapıyor ama diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi bu vaatler çok geç, çok az ve inandırıcı değil. Bu nedenle hareketi durdurmaya yetmiyor.
Rejimin verdiği her taviz hareketin büyümesine yol açıyor. Polisin öldürdüğü her gösterici gene hareketin büyümesine yol açıyor.
Arap dünyasında, bütün Ortadoğu’da aynı süreç yaşanıyor. Çünkü artık korku yer değiştirdi, halk gücünün farkına varıyor ve egemenler korku içinde şaşkın.
Kısacası, Ortadoğu’nun her yerinde gösteriler, grevler var. Ortadoğu devrimi canlı bir biçimde gelişiyor. Ayaklanma her yerde sürüyor.
Ortadoğu emperyalizm için çok önemli bir bölge. Ekonomik olarak ABD ve AB’den sonra dünyanın en önemli bölgesi. Dünya petrolünün çok önemli bir kısmı burada. Türkiyeli laikcilerin bütün şaşkınlığına rağmen Tunus’tan Yemen’e, Irak’tan Mısır’a gelişen hareket İslamcıların etkisi altında değil. Emperyalizm bu ülkelerin çoğunda İslamcı hareketlere göz açtırmayan rejimleri işbaşında tutuyordu. Bu nedenle onlara karşı ayaklanmaların da İslamcı olması öngörülüyor, ama esas olarak bu doğru değil. Gösterilerle karşı karşıya gelen diktatörler, sultanlar aynı suçlamayı yapıyor: “Bunlar İslamcı” diyorlar. Kaddafi dahil, birçoğu ayaklananların arkasında El Kaide’nin olduğunu söylüyor. Oysa Mısır’da Hıristiyanlar ve Müslümanlar yana yana mücadele etti.
Politik İslamcılar Ortadoğu ülkelerinin en örgütlü muhalefet hareketlerini oluşturuyorlar. Bu doğru ama ayaklanmalarda onların rolü küçük. Gençler, dağınık sol güçler ayaklanmalarda daha büyük roller oynuyorlar. Tunus’ta, Mısır’da, Bahreyn’de işçi sınıfı mücadeleye katıldı, belirleyici bir rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor.
Ortadoğu halkları için en önemli sorun örgütsüzlük. On yıllardır bölgeyi yöneten diktatörler ve krallar her tür örgütlenmeyi ezmiş. Bu nedenle harekete yardımcı olacak araçlar yok ya da çok sınırlı ve çok etkisiz. Ama işçiler ve emekçiler, öğrenciler, gençler mücadele içinde öğreniyorlar ve örgütleniyorlar.
Devrim süreci
Ortadoğu insanlığa 21. yüzyılda da devrimlerin mümkün olduğunu, başka bir dünya kurmanın mümkün olduğunu gösteriyor. Ezilenlerin, işçi ve emekçilerin gücünü gösteriyor. Devrimin nasıl bir bölgeyi ve giderek çok daha geniş alanları kavradığını gösteriyor. Her gösteri, her yıkılan diktatörlük diğerlerini telaşlandırırken halkı güçlendiriyor, cesaretlendiriyor ve ileri çekiyor. Domino etkisi denen bu.
Mısırlılar Tunus’u görüp ayaklanıyor, Yemenliler, Bahreynliler, Libyalılar, Mısır ve Tunus’u görüp ayaklanıyor. Iraklılar yaşadıkları işgale rağmen sokakta, Suriyeliler geri döndürülemez bir hızla mücadeleye atılıyorlar. Devrim bir süreç. Ağır diktatörlük koşullarında gelişen devrimlere katılan halk, işçi ve emekçiler öğreniyor, kazandıkları yeni bilgilerle, deneylerle kendilerini silahlandırıyor, güçleniyor ve mücadeleye devam ediyor. Her taraftan örgütlenmeler fışkırıyor. Özgürlük ateşi artık yandı. Şimdi daha kendine güvenli daha örgütlü ve daha güçlü bir halk yeni bir mücadele dönemine giriyor.
Devrimleri bir devrimci partinin işi olarak görenler ise Ortadoğu’da gözlerimizin önünde yaşananları anlayamıyor. “Devrim değil” diyorlar. Onlar söylenirken, devrimler bir adım daha atıyor. Çünkü onlar mücadele eden işçilere, emekçilere, polise ve orduya karşı direnenlere, öğrenen ve örgütlenenlere değil, egemen sınıfların ve emperyalistlerin yaptıklarına bakıyorlar.
Devrimi anlayamayanlar devrim yok diye yazarken, daha mürekkepleri kurumadan bölgeden yeni haberler geliyor. Devrim yok derlerken Irak, Suriye ayaklanıyor. Bakın Mısır’a askerler iktidarda diyorlar, nerede devrim diye ekliyorlar ve onlar konuşurken grevler yayılıyor, işçi sınıfı örgütleniyor.
Devrimi anlayamayanlar gelişmelere yukarıdan bakıyor, oysa devrimleri, devrimci süreçleri anlamak için aşağıdan, hareketin içinden, mücadeleden, sokaktan bakmak gerekir. Bu iki bakış tarzı birbirine zıt sonuçlar oluşturur. Egemen sınıfın yanından bakanlar sadece egemenlerin manevralarını görür, aşağıdan bakanlar işçi ve emekçilerin gücünü, istekliliğini, azmini görür.
Ortadoğu’daki gelişmeleri ABD’nin bölgeyi yeniden düzenlemesi olarak görenler de var. Bunlar hareketin başlamasındaki üç önemli noktayı anlamıyor: 2000’lerde Seattle’da başlayan anti kapitalist hareketin etkisi, ABD ve diğer emperyalist güçlerin Irak ve Afganistan’da yenilmesi ve 2008 krizinin etkileri.
Ortadoğu devrimleri bu üç faktörden ilk ikisini daha da güçlendirdi ve kapitalizmin derin krizi şimdilik yatışmış görünse de büyük olasılıkla önümüzdeki dönemde yeniden ve belki de daha büyük bir sarsıntı yaratarak başlayacak. İşte o zaman Ortadoğu devriminin etkileri Türkiye’de, Avrupa’da ve dünyanın her yerinde hissedilecek. Sarsıntı bütün dünyayı kucaklayacak. Bu sarsıntıya hazır olmak gerek.