“Sol” deyince Türkiye nüfusunun aklına ne gelir?
Önce CHP gelir. Önemli bir kesimin aklına başka da bir şey gelmez. Diğer bir kesim, televizyonda gördüğü, gazetelerde okuduğu genellikle sevimsiz haberlerden, CHP’nin solunda daha radikal bazı örgütler de olduğunu hayal meyal bilir.
Türkiye nüfusu bu sola ne kadar ilgi gösterir?
Sahil kentlerinde, İstanbul’da Beşiktaş ve Kadıköy, Ankara’da Çankaya dışında oturan ve önemli çoğunluğu orta sınıfa dahil olan nüfus dışında CHP’ye ilgi gösteren, oy veren pek kimse kalmamışa benziyor.
CHP’nin solundaki sol ise, ister seçimlerde aldığı oylara bakalım, ister seferber edebildiği taraftar kitlesine, herhalde tüm tarihi boyunca hiç bu kadar küçük, bu kadar nüfuzsuz, bu kadar kitlelerden uzak olmamıştır.
Bu uzaklığın nedenleri hakkında ne CHP içinde, ne daha solda duran örgütler arasında herhangi bir merak, herhangi bir sorgulama yok.
Bu “sol” içinde, açıkça ifade edilmese de, durumun suçlusunun halk olduğu, halkın “muhafazakâr” ve/veya “kandırılmış” olduğu, “cemaatlerin” oyununa geldiği, “fazla dindar” olduğu ve “Cumhuriyet’in kazanımlarını” yeterince kavrayamadığı gibi duygular yaygın.
Oysa geçtiğimiz 10-15 yıllık dönemde, bu “muhafazakâr” halk mevcut devletin değişmesi doğrultusundaki adımları desteklediğini, devletin kurumlarına güvenmediğini, barıştan ve özgürlüklerden yana olduğunu defalarca gösterirken, yanında ne CHP’yi buldu, ne CHP’nin solundaki solu.
“Sol”, halkın tercihlerine karşı, mevcut devletin mevcut haliyle devamından yana tavır belirledi.
Nasıl olabiliyor bu? Uluslararası ölçekte sosyalizmin hiçbir tanımı, en sağ sosyal demokrat şekliyle bile, “devlet müdafaası” olmadığına, olamayacağına göre, Türkiye’de nasıl olabiliyor?
Memleketin havasından, suyundan olmadığını varsayarsak, şu nedenle oluyor: Türk solunun egemen geleneğinin ana unsurları Kemalizm; milliyetçilik; milliyetçilikten ayırdedilemeyen bir anti-emperyalizm; sınıf güçlerine değil, millî güçlere ve bu arada orduya güvenme.
Bugün bunların tümünü şaşmaz bir şekilde hâlâ savunan sadece İşçi Partisi kaldı; onun da genel başkanı Ergenekon davasından yatıyor!
Ama bu unsurların şu veya bu kısmını şu veya bu ölçüde savunan, genelde bunlardan kurtulamayan, bunların sistematik bir eleştirisini yapamadığı, yapmak gibi bir niyeti olmadığı için resmî ideolojiyle arasına kalın bir çizgi çekemeyen, statükocu bir “sol” var Türkiye’de. Yayınlarında ‘ulusal onur’ kavramını ana akım medyadan daha sık kullanan, Vatan ve Yurtsever adlı gazeteler yayınlayan, misak-ı millî sınırlarına bizzat egemenler kadar düşkün olan, başörtülü kadınları üniversiteye sokmamak için polisle omuz omuza durabilen, üniversitelerde “Kürtlerin emperyalist ülkelerden, cemaatlerden ya da ayrılıktan medet umar hale getirilmesine kimse izin vermez” diye afişler asan bir “sol”.
Bu statükocu solun, Kemalizmin tüm kutsal ineklerine düşkün olmasında şaşılacak bir şey yok, milliyetçiliğe ve İslam düşmanlığına yalpalaması doğal, devletin “vatanı ve milletiyle” bölünmezliğini gözetmesi doğal. Son dönemde, bir yandan Kürt hareketinin başarıları, diğer yandan önce Refah Partisi’yle, sonra AK Parti’yle Müslümanların siyaset sahnesindeki yükselişi karşısında, Türk solunun Kemalizm’le malûl olan geniş kesimlerinin kendilerini devletin yanında bulması da, aynı nedenlerle, doğal.
Öte yandan, yine doğal olarak, bu gelenekle arasına kalın çizgiler çeken yeni bir solun da işaretleri görülmeye başlandı geçtiğimiz yıllarda.
Bu yeni solun, geçmişle bütün köprüleri atması mümkün olmayabilir. Toplumun, toplumsal hareketlerin hafızasına eskinin tecrübeleri işler ve bu tecrübeleri ancak günün koşullarında, yeni aktörlerinde, yeni arzularında, yeni varoluş hallerinde yeniden “düşünen” hareketler yaratıcı ve yeni bir dil inşa edebilir. Bugün bu “yeni” hal, artık eskimiş olan modern kapitalist yapıların kafalarımızı, aklımızı, kalbimizi, kısaca her şeyi ikiye ayıran zihniyetinden kurtulmaya ve “sınıf” ile “kültürü”, “akıl” ile “vicdanı” bir arada talep etmeye çalışıyor.
Yeni solun inşası, ancak onun devlet yerine topluma bakmasıyla; toplumda bu çabayla var olan ve şimdiye kadar görmediği kesimlerle birlikte düşünmesi ve konuşmasıyla mümkün olacak.
Elinizdeki derginin Yazı ve Danışma Kurulları oluşturulurken gönderilen davet mektubunda şöyle deniliyordu:
“Derginin amacı, ulusalcı/Kemalist/milliyetçi/İslamofobik olmayan solun memleketteki ve dünyadaki gelişmeler karşısında yaklaşımını tartışmak, oluşturmak, pekiştirmek.
Son yıllarda Türkiye’de iyice derinleşen yarılmanın enternasyonalist/özgürlükçü/anti-militarist kanadına, ‘Yetmez ama Evet’ kampanyasıyla belki de en netçe ortaya çıkan tabanın tümüne hitap eden, tümünü yansıtmaya çalışan ve tüm çeşitliliğini kapsayan bir dergiye ihtiyacımız var.”
Bu dergi, o dergi olmayı amaçlıyor.
Sosyalist bir dergi, ama sadece sosyalistlere değil, Türkiye’de değişim isteyen, demokrasiden, barıştan, inanç özgürlüğü dahil tüm özgürlüklerden yana olan herkese hitap eden, herkesin sesini yansıtan bir dergi olmayı amaçlıyor.
Yapabileceğimizi umuyoruz.
Becermemiz gerek.